Fethiye Bayan Masör Hizmeti – Masör Ece

Fethiye Bayan Masör Hizmeti – Masör Ece

Fethiye Bayan Masör da bu şekilde, tüm öteki arkadaşların da böyle! Kafanı çevirip bakmana değmeyecek adamlarla süre kaybediyorsun! Bu sendeki hastalık olmalı, yoksa bağışlanacak bir vaziyet değil!” Zaza’yı fazla ciddi bulmakla birlikte, pek üzerinde durduğu yoktu. Ama ona Stepha’dan söz açtığım zaman, “Bana cilveli cilveli bakıyor o!” diye kesti sözü. Baştan çıkarcı kadınlardan hoşlanmaz; kadıncıl rollerinin dışına çıktıklarını söylerdi. Bir başka sefer de, oldukca öfkeli bir tarzda, “Bir alay insanoğlunun derdine koşuyorsun. Senin dünyanda bana bir yer kalıp kalmadığını bilemiyorum, ” dedi.

Fethiye Bayan Masör dünyamda bir yeri, bununla birlikte büyük bir yeri olduğunu söyledim; kendisi de aslına bakarsanız bunu biliyordu. Onu gitgide daha çok seviyordum, işin aslolan hoş tarafı, gitgide bana kendini daha çok sevdiriyordu. Başkaları beni hep ciddi biri olarak düşünmüşlerdi; oysa Herbaud, beni hoş bir insan olarak görüyordu. Kitaplıktan çıkarken, neşeyle “Amma da hızlı yürüyorsun! Bayılıyorum bu haline. Sanki bir yere gidiyormuşuz gibime geliyor!” derdi. Bigün “Şu sesinin boğukluğuna bak!” demişti. “Çok sana özgü bir ses! Ama kısık, boğuk. Sartre’la benim çok hoşumuza gidiyor sesinin bu boğulduğu.

Fethiye Bayan Masör

Fethiye Bayan Masör özgür bir yürüyüş biçimim ve bir sesim olduğunun farkına vardım. Bu yeni bir şeydi. Görünüşüme daha çok dikkat etmeye başladım. Herbaud, bu yoldaki çabalarımı, iltifatlarıyla mükâfatlandırır: “Bu yeni saç biçimi, bu yaka pek yakışmış sana” diye gönlümü alırdı. Bir öğle sonu, Palais Royal’in bahçesinde, Herbaud, şaşkın bir tavırla, “Bizimki garip bir arkadaşlık, ” dedi. “en azından benim yönümden. Daha önce hiç hanım arkadaşım olmamıştı.” “belki ben fazla kadınsı değilim de ondan, ” dedim. “Ne! Sen mi?” Koltuklarımı kabartacak bir havada güldü. “Hayır, işin aslı, senin böylesine açık görüşlü olman, her şeyi böylesine kolayca benimsemen. Bir anda eşit düzeyde oluveriyoruz.”

İlk zamanlar, bana sevgi ve saygıyla “Matmazel” derdi. Bigün defterime, kocaman harflerle BEAUVOIR = KUNDUZ diye yazmış. “Sen bir kunduzsun. Kunduzlar, topluluktan, beraber yaşamaktan hoşlanırlar ve yapıcı bir tutumları vardır, ” dedi. Tüm sınırlarımızı paylaşıyorduk. Birbirimizi hemen hiç mevzuşmadan, içgüdülerimizle anlar olmuştuk. Yine de, olaylar ve eşyanın ikimiz üzerindeki etkileri her süre aynı olmuyordu. Herbaud, Uzerche’i biliyordu.

Orada karısıyla birkaç gün kalmıştı. Limousine’i de çok seviyordu. Fakat oradaki yekpare taştan lahitlerden, anıtlardan, papazların ökseotu topladıkları ormanlardan canlı, renkli, akıcı bir üslupla söz etmesi şaşırtıyordu beni. Tarihsel düşler içinde kendini kaybetmeye, kendinden geçmeye bayılıyordu. Onca, Palais Royal’in bahçeleri büyük adamların gölgeleriyle doluydu; oysa geçmiş, beni taş kesilmiş gibi donduruyordu. Öte taraftan, Herbaud’nun kuru ses tonuna, olsa-da-olur-olmasada-olur tavrına bakınca, onun duygusallıktan epey uzak olduğunu düşünürdüm. The Constant Nymph, The Mili on the Floss ve Le Grand Meaulnes’ü sevmiş olduğini söylemiş olduğinde müthiş duygulanmıştım. Alain Fournier’den söz ederken, birazcık titreyen bir sesle: “insanoğlunun, yerinde olmayı istediği bazı kiFethiyer vardır” diye mırıldanmıştı. Bir an susmuş, sonra devam etmişti: “Temelde senden çok daha bilgiliyim; oysa iş yüreğe dayandı mı, kabul etmesem de seninle aynı duyarlılıkta olduğumu görüyorum.” kimi zaman, salt yaşamakta olmanın sarhoş edici bulunduğunu söyledim ona. “HariFethiyede anlarım oluyor!” diye ekledim.